"Kurban Onlar Değil": Bisikletle Doğu Karadeniz - Doğu Anadolu Turu

Ben Berk Okyay, uzun mesafe bisiklet sporcusuyum. 2016-2017-2018 yıllarında olmak üzere 3 kere Transcontinental yarışına katıldım. Dünyanın en zorlu uzun mesafe dayanıklılık yarışlarında biri olan TCR yarışı 2020 ve 2021 yıllarında pandemi dolayısıyla iptal edildi, şimdi 2022 yılını bekliyorum. Yaklaşık 6 senedir bisiklet üzerindeyim ve her yıl ortalama 15-18 bin arası yol katediyorum. 6 senedir vegan besleniyorum ve aşağıda göreceğiniz rotayı aslında hayvanlara ve doğaya ithafen yaptım. Bu yazımı okuyup vegan olmaya karar veren arkadaşlar olur belki:) 

 

Turumun adı ‘’Kurban Değil Onlar’’ Doğu Karadeniz - Doğu Anadolu Turu

1. Gün

Trabzon'dan yola çıkıp 60 km düz gittikten sonra İyidere'den içeri girdim ve 60 km'de 0 rakımdan 2640 rakıma Ovid'e çıktım.

 

Yükseldikçe doğanın ne kadar güçlü ve güzel olduğunu görüyor insan. Hava baya sıcaktı yerdeki asfalt öyle bir erimişti ki 3-4 kere lastiklere yapışan asfaltı temizlemek zorunda kaldım. Bisiklet toplamda sularla beraber 13,14 kilo civarındaydı. Malzemeden kaçınmadım:)

 

Ovid'ten İspir'e 35 km civarı inip orada kaldım.

 

Yanıma aldıklarım;
  • 1 forma 1 tayt (ilk gün otel uygun olduğu için yıkadım fakat daha sonraki günleri tekrar yıkamadım zaten alışkınım)
  • 3 çorap (son 2 gün aynı çorabı giydim)
  • Kol ısıtıcı (hiç kullanmadım)
  • İçlik (hiç kullanmadım)
  • Buff (hiç kullanmadım)
  • Kalın yağmurluk ve yağmur şortu (son gün kullandım), velotoze ayakkabı kılıfı (son gün birbirine yapıştıkları için attım)
  • Kısa kollu gömlek (fantezi ürünü), şort
  • 2 iç lastik, tubeless sıvısı, zincir yağı, alyan set, elektrik bandı, falçata, farklı boylarda lastik kayışlar, iç-dış yamalar, şarj kabloları
  • Diş fırçası, tablet diş macunu, popo kremi, takviye vitaminler, magnezyum, tuz hapları vs.
  • 1 tane 20.000'lik powerbank (tur sonunda yarısı bitmişti) 1 tane 3.000'lik powerbank (hiç kullanmadım)
  • Güneş kremi, kullanmadım ama siz kullanın:)
  • Barlar, kuruyemiş vs. her zaman yanımda vardı.

2. Gün

Sabah İspir'den çıkıp Yusufeli üzerinden Göle'ye geçtim. Dağların arasında yol akıyordu resmen.

 

Yusufeli'ne kadar herşey çok güzeldi, ondan sonrada güzeldi tabi ki:) Uzun tırmanışlar yoktu fakat güneş tepeye çıktıkça yandığımı kuruduğumu hissettim.

 

Yusufeli'den sonra az köy, az çeşme, az market vardı. Suyu doldurduğum andan 15 dakika sonra su 35 derece oluyordu. 1000 metre civarlarındaydım hep. Manzaralar süperdi ama su yoktu:)

 

Göle'ye ulaşmak için son 27 km'lik tırmanış vardı, ayaklarım yanıyordu artık:) yolda gördüğüm arabalardan ve insanlardan su dilenir oldum, yardımcı oldular tabi ki:)

 

Hava kararmaya yakındı. Birkaç kişi gece oraya çıkmamam gerektiğini, terör olduğunu söyledi, bunu kafama yazmıştım ama yine de çıktım:)

 

Göle, biraz farklı bir yerdi. Tam olarak nasıldı bilmiyorum ama ekmek yoktu, sular akmıyordu. Bir tane otele girdim neyse ki ama çok kötü bir oteldi. Marketten de konserve fasulye gibi bir şeyler buldum. 2. günü de böylece bitirdim:)

 

3. Gün

Evet, bundan sonrası resmen bambaşka bir dünya gibiydi. Göle'de gece sağanak yağmur yağmıştı ve yağmurda süreceğimi düşündüm, sabah çıktım. Bulutların arasında yol adeta akıyordu.

 

Her yerde atlar, şahinler, inekler, kuzular, eşekler... 2000 metrede böyle şeyler oluyor demek ki.

Boğa geçidi: 2344m.

 

Çıldır gölüne geldiğimde eski yolu, yani gölün güney yolunu kullandım. "Güler Yüzlü" isimli köyden geçerken buranın cennet olduğuna karar verdim:) Yolun devamı 20 km civarı toprak, çakıl ve taşlıydı.

 

Oradan Ardahan'a doğru devam ettim. Meryem geçidi: 2016m. Aslında planımda Ardahan'da kalmak vardı fakat erken gelmiştim ve @solo.on.the.road Atiler Abi'de Şavşat'ta oteldeydi ve oraya varmak için önümde 50 km vardı ve 14 kmsi tırmanıştı, hava da hafiften “yağıcam ben” diyordu.

 

Cam geçidine ulaşmıştım, 2470m. 1 metre önüm görünmüyordu, oradan aşağı doğru inmeye başladım ve otele vardım.

 

4. Gün

Turu 5 gün planlanmıştım fakat birgün önce Şavşat'ta kalınca 4. gün bitiririm diye düşündüm.

 

Sabah Şavşat'tan çıkıp kendimi aşağı Artvin'e doğru bıraktım. Muhteşem doğası, manzarası insanın tüylerini ürpertiyordu.

 

1 gün önce geçtiğim yerlerde sel olduğu için yol kenarlarındaki kayaların düşme ihtimalini biliyordum nitekim önümdeki arabanın üstüne düştü taşlar. Araba baya pert olmuştu, neyse ki yaralanan olmadı.

 

Vadinin yardığı yol, uçurumlar ve kocaman dağların arasında insan kendini karınca kadar küçük görüyor:)

 

Artvin'i geçtim daha sonra Borçka'yı geçtim. Sahile, Hopa'ya varmama 16km'lik bir tırmanış vardı ve Cankurtaran Geçidine ulaştım. Buradan aşağısı iniş, sahil de düzdü. İnişte yine inanılmaz manzaralar vardı.

 

Hava yer yer kapalıydı o gün de, fındıklar toplanıyordu. Sahile indim ve Trabzon'a doğru devam ettim. Sağ tarafımda deniz kükreyen aslan gibiydi, dalgalar vuruyordu.

 

Yağmur başladı, hem de sağanak. Daha sonra durdu, sonra yine başladı. Rize'ye geldiğimde artık sağanak şiddetini iyice arttırmıştı. Yolda da kamyonlar, arabalar artmıştı. O yolu bilenler bilir; emniyet şeridi yoktur. Hava kararmıştı, bu tip durumlarda tehlike çanları çalmaya başlar.

Daha önce Avrupa'da veya Balkanlarda çok daha tehlikeli yollardan geçmiştim ancak bu bir yarış değildi:) Derepazarı'nda, yani Trabzon'a 70 km kala turu bitirmeye karar verdim. Trabzon'da ki akrabalarımı arayıp beni arabayla almalarını rica etmiştim zaten. Sağolsunlar hemen geldiler.

 

Böylece macera burada bitti.


Ne yazık ki hiç fotoğraf yok.