8 Mart Dünya Kadınlar Günü, kadının toplumdaki yerinin, siyasi ve ekonomik haklarının ve de başarılarının vurgulandığı ve kutlandığı bir gün olarak karşımıza çıkmaktadır. Kadının toplumdaki yeri bu sıraladıklarımızdan çok daha fazla olsa da günümüzde hala kimi hakları korumak ve eşitsizliği ortadan kaldırmak için kadınların seslerini duyurmalarını sağlayan ve görünürlüğünü artıran bugün, büyük bir önem taşımaya devam etmektedir.
Biz de Macerita olarak, sizlerle tutkulu olduğumuz dağları ve onlara tutkulu olan kadınlara ait görüşleri paylaşmak istedik. Dağlar, uzaktan bakıldığında zorlu ve aşılamaz olarak görülebilmektedir. Bundan ötürü de dağlara tırmanma sporunun erkeklere atfedildiği gözden kaçmamaktadır. Ancak, kadınlar da en az erkekler kadar bu büyülü coğrafyalara çekiliyor, kendilerinden bir parçayı orada buluyor ve de dağların en yüksek zirvelerine tırmanıyor.
İsmet İnan, ülkemizde tek kadın dağ rehberi olarak karşımıza çıkan ve dağlara olan tutkusunu mesleğine çevirerek sürdürmeye devam eden bir isim. İsmet İnan, Türkiye’de birçok dağ koşusuna katılıyor, bu koşularda derecelere giriyor ve dağ kayağı maceraları gerçekleştiriyor. Bunların yanında ise 2014 yılında Himalayalar’ın en yüksek dağlarından biri olan Manaslu’nun 8163 metrelik zirvesine tırmanışı bulunuyor. Kendisine dağlarla olan ilişkisi hakkında yönelttiğimiz soruları cevaplayarak bizlere dağlarda kadın olmak ile ilgili sunduğu düşüncelerini aşağıda okumaya devam edebilirsiniz.
Sevgili İsmet İnan’a bize dağdaki maceraları sırasında vakit ayırdığı ve görüşlerini paylaştığı için çok teşekkür ederiz.
Umarız ki keyifle okursunuz!
Dağcılık ile İstanbul'da yaşadığım yıllarda, 2005'te yaşamın şehir-iş-trafik arasında bunaltıcı ve stresli geldiği bir dönemde kendime İstanbul’dan dışarı çıkabileceğim, doğaya gidebileceğim bir hobi ararken tanıştım. Önce Ballıkayalar’da seyrek de olsa kaya tırmanışı yaptım. Sonra Zirve Dağcılık Kulübü, İstanbul şubesi üyesi olarak ülkemizdeki yüksek dağlara gitmeye başladım. Dağlara gitmeye başladığım ilk andan itibaren dağlarda kendimi çok mutlu ve iyi hissettiğim fark ettim. Daha ilk yıllardan akciğer kapasitem ve yüksekliğe uyumum da iyiydi ve dağlarda hızlı idim. Bu nedenle de kısa sürede ülkemizdeki dağları bitirip daha ciddi, daha yüksek dağların planlarını yapmaya başladım. Ama dağlara gitmek için gereken zamanı normal bir işte çalışırken ayıramayacağımı fark edince de ilerleyen yıllarda dağcılığa hayatımda nasıl daha çok zaman verebilirim diye düşünmeye başladım.
Zirvelere ulaşmanın ve oraya gidilirken seçilen rotanın zorluğu ve o zorluklara katlanmak bana kendi limitlerimi gösteriyor olması açısından önemli. 2005’te dağcılığa başladıktan sonra hep daha zor olan, daha yüksek olan, daha da teknik olan rotalar veya ilk defa bulunduğum dağlarda yeni rotalar denemek beni heyecanlandırdı. Yeni dağlara gitmenin ortaya çıkardığı keşif duygusu ile, oradayken karşıma çıkabilecek yeni engellerin kendi yeteneğimi ve yeterliliğimi göstermesi benim için büyük bir öneme sahip. Bir dağın zirvesine çıkmak hiçbir zaman tek başına fiziksel bir zorluk veya kondisyon gerektiren bir mücadele değildir. Kendinizi mental ve psikolojik olarak da denersiniz. Hele de tek başınıza iseniz veya rehberlik yapıyor ve diğer kişiler için de siz karar veriyorsanız, mental ve psikolojik yeterlilik ve dağlardaki tecrübeniz çok daha önemli oluyor.
Aslında çok büyük zorluklarla karşılaşmıyorum. Belki bu işi severek yaptığım ve tutkum olan dağlarda çalıştığım için bana zorluklar zorluk gibi gelmiyor. Bence şehirde birçok normal işte çalışan kadın veya erkeğin yaşadığı zorluklardan daha az benim karşılaştığım zorluklar. Çalıştığım alan, dağlar, çok erkek egemen bir çalışma alanı. Diğer rehber arkadaşlar; bize lojistik destek sağlayan minibüs şoförleri, katırcılar, aşçılar, otel sahipleri gibi karşılaştığım herkes erkek. Özellikle Doğu’da, bazen yapılması gereken iş konusunda bu kişilerle iş birliği yapmam veya sözümü dinletmem gerekiyor. Çok nadir de olsa bu konularda sorun yaşadığım oluyor ama bunlar hep aynı kişilerle çalışınca zamanla aşılıyor.
Bu kadar erkek çoğunlukta bir ortamda tek kadın olunca, dağ turlarında ve özellikle dağ kayağı turlarında tura gelenler arasında da kadınlar epey az oluyor. Çevrenizdeki tüm erkeklerin gözü sizin üzerinizde oluyor ama profesyonelliğimi ve mesafeyi koruyarak bu sorunu da aşıyorum. Bazen turlarıma gelen erkekler bana güç gösterisi yapmak istiyorlar, benimle yarışıyorlar veya yardıma ihtiyaçları oluyor ama yardımı öneren kişi bir kadın diye benden yardım almayı gurur haline getiriyorlar. Böyle küçük ve eğlenceli sorunlar yaşadığım oluyor ama eğer gerçekten benim yardımıma ihtiyacı olan bir kişi varsa, sonunda otoritemi ortaya koyup benim bir kadın olduğumu unutup işini yapan bir profesyonel olarak görmeleri gerektiğini anlatıyorum onlara.
Dağlarda bulunmak, dağlarda çalışıyor olmak bir kadın olarak bana istersek her türlü işi ve mesleği toplumların klasik tanımlarına bakmadan, sınır tanımadan yapabileceğimizi ifade ediyor. Kadın-erkek ayrımının daha az yapıldığını düşündüğümüz Avrupa ülkelerinde bile kadın dağ rehberi çok az ve Avrupalılar Türkiye’ye geldiklerinde bir kadın dağ rehberi ile karşılaştıklarına şaşırıyorlar. Ama bu şaşkınlık tur sonunda takdir ve beğeniye dönüşünce bir Türk kadını olarak onlardaki önyargıyı yıkmış olmanın mutluluğunu yaşıyorum. Güç gerektirdiği için erkeklere atfedilen bir mesleği kadınların da iyi yapabileceğini göstermiş olmak hoşuma gidiyor. Mühendislik, pilotluk veya profesyonel askerlik gibi birçok değişik alanda yani erkek işi gibi görülen meslek alanlarına ilgi duyan kadınlara ve genç arkadaşlara örnek olabiliyorsam ne mutlu bana. Kadınların önce kendi düşüncelerinde bazı engelleri kaldırmaları gerekiyor. Bu engelleri kaldırınca her iş yapılabilir, her yer ulaşılabilir oluyor.
Benim için dağlar evim gibi. Orada mutlu, huzurlu ve güvende hissediyorum. Dağlara gidebilmek ve bunu tüm yıl iş olarak yapabilme özgürlüğü ise aslında başka şeylerden fedakarlıkla kendime sağladığım bir şey çünkü aile, çocuk gibi kurumlar bizleri daha çok şehre bağlıyor.
Dağcılığı iş olarak yapıyor olunca ve dağcılık yapan başka kişilere göre çok sık dağlarda vakit geçirince bu bahsettiğiniz zorluklar ile de sık sık ve fazlaca karşılaşıyorsunuz.
Yaşadığım en büyük zorluk, Himalayalar’da, 8163 metre yüksekliğindeki Manaslu Dağı’na tırmanışım sırasında ayak parmağımda donma yaşamam oldu. Neyse ki tırmanışın sonunda zirve günü oldu ve sonrasında zaten dağdan dönüşe geçtiğimiz için donuk parmak tedavi edilebildi. Şimdi hala tüm ayak parmaklarımda soğuğa ve darbelere karşı hassasiyet var ve yeniden o derecelerde soğukla karşılaşırsam daha hızlı donma riski mevcut. Uzun dağ koşularında da ayak parmak uçlarının ayakkabı burunlarına çok vurması nedeni ile bu donmuş ve zayıflamış damar ve dokular kendini gösteriyor ve tırnak düşmesi gibi sorunlar daha hızlı gelişiyor.
Bu zorluklar ise beni kesinlikle daha da güçlendirdi. Hem fiziksel olarak hem de mental olarak güçlendim. Bu sayede hem dağlarda daha zor rotalara, daha yeni zirvelere hem de hayatın diğer alanlarında daha zor şeylere karşı cesaret gösterebiliyorum. Mesela daha önce hiç koşmayan birisi iken dağlardaki tecrübem ve gelişen kondisyonum sayesinde dağ koşularına başladım ve hemen hemen her koşuda ilk üçe girmeyi başardım.
Hayır, önceki işimi bırakıp kariyerimden tamamen vazgeçtiğim ve hep dağlarda ve doğada yapılan bir iş seçtiğim için hiç pişman olmadım. Bu kararım sonrasında aslında bu işi meslek olarak seçmiş olmam bir kadın olarak beni zorlayabilirdi veya iyi gitmeyebilirdi. Tekrardan eskiden çalıştığım alanda iş aramak zorunda kalabilirdim ama ne mutlu ki iyi gitti. Bu biraz benim karakterim ile ilgili sanırım. Ben kolay kolay vazgeçmeyen, zorlukları aşmak için her yolu deneyen birisiyim. Tabii ki dağlarda rehber olarak çalışmaya başladığım 12 yıl boyunca, bu süreçte beni üzen, zorlayan şeyler yaşadım ama bu sorunları aşabildim. Ayrıca dağlarda kendimi evimde, çok bildiğim bir yerde ve güvende hissediyorum. Kalabalık şehirlerde ise daha ürkek ve güvensiz hissediyorum. Kadın olmama rağmen dağlarda güçlü, hızlı ve tecrübeliyim. Çünkü ben bu işi birçok rehber arkadaşım aksine yarı zamanlı değil, tam zamanlı yani tüm yıl yapıyorum. Dağlara iş için gittiğim zamanlardan arta kalan zamanlarda da yeni rotalar öğrenmek, yeni dağ tur programları hazırlamak için daha az ziyaret edilen dağlara gidiyorum. Van dağları, Munzur ve Hakkari, Cilo Dağları bunlara örnektir. Kaçkarlar’ın kuzeyinde bir yıl 3 gün tek başıma keşif için vakit geçirdim.
Ülkemizde kadınların ikinci planda tutulması, birçok haklarının hukuken verilmiş olmasına rağmen bu hakların gerçek yaşamda, toplum tarafından kadına verilmemesi, kadını şiddet görmesi beni çok üzen bir konu. Ama bu konu sadece kadın sorunu değil, ülkemizin gelişmemişliği ile gelen toplumsal bir sorun. Mor Çatı Vakfı çalışanlarına, gönüllülerine şiddet gören kadınlara yaptıkları için hayranlık duyuyorum. Ben işimin çoğunlukla şehir dışında, dağlarda olmasından dolayı kendim gönüllü olarak görev alamıyorum ama aslında Mor Çatı Vakfı'na maddi olarak destek olabilmek için Manaslu tırmanışım sırasında bağış toplamak istedim ama yasal düzenlemeler nedeni ile bunu yapamadık. O nedenle ben de zirvede Mor Çatı bayrağını açarak Türkiye’de tek kadın dağ rehberi olarak kadınlara gösterilen şiddete ve kadın dayanışmasına dikkat çekmek istedim. Bu az da olsa kadınların toplumumuzda görünürlüğü açısından iyi bir etki yarattı diye düşünüyorum. Manaslu tırmanışım sonrasında sosyal medyada beni takip edenlerin sayısı çok arttı ve kadınların mutluluğumu ve gururumu paylaşan mesajları yanında toplumun oldukça muhafazakar kesimlerinden erkeklerden de iyi mesajlar alıyorum ve bu iyi bir gelişme diye düşünüyorum.
İlk dağcılığa başladığım kulübüm Zirve Dağcılık İstanbul da dahil olmak üzere aslında kadın üye sayısı birçok dağcılık kulübünde daha çok. Aktif olarak dağlara giden, tek başına giden veya teknik tırmanışlar gerektiren işlere gelince ise bu sayının azaldığını görüyoruz. Aslında hobi ve sosyal anlamda dağcılık kulüplerinde kadınlar fazla hatta yönetimlerde de aktif ama yeterince cesaretlendirilmedikleri için zor işlere kalkışmıyorlar. Bu bence sizin vurguladığınız gibi fiziksel güç ile ilgili değil, ülkemizde kız çocuklarının yetiştirilmeleri ile ilgili. Toplumumuzda kadınlar hep engellendiği, ikinci planda tutulduğu, tek başına bir şeyler başarmaları için desteklenmediklerinden kadınların kendisi de bu işlere girişmiyorlar. Kadınlar dağlarda değil sokakta bile tek başına dolaşmamalı diye düşünen bir toplumda yaşıyoruz, o nedenle dağcılık yapmak isteyen kadınlar da bu önyargıdan etkileniyor olabilirler.
Dağcılığa başlamak isteyen kadınlara önce mutlaka bir kulüp ile bu işin teorik ve pratik eğitimini almalarını öneriyorum. Mutlaka ilk dağlara gidiş ve tırmanış deneyimlerini tecrübeli kişilerle gerçekleştirmelerini sonra tecrübeleri ve kendilerine olan güvenleri arttıkça kendi tırmanış planlarını ve projelerini yapmalarını öneriyorum. Dağcılık her işte olduğu gibi içine girdikçe ve tecrübe kazandıkça kolaylaşan ama bir o kadar da keyfi artıran bir hobi veya doğa sporudur. Kadınlar “kariyer de yaparım, çocuk da” sloganı gibi, “kariyer de yaparım, dağa da giderim” diyebilirler mesela 😊
Kadınlar günü sembolik bir gün. Kadınlar bu günü beklememeli ve her gün içlerinden geldiği gibi davranıp her günü kutlanacak bir gün haline getirmeliler. Ülkemizde hakkı yenen, şiddet gören kadınların şartlarının düzeltilmesi için elimizden bir şey geliyorsa onu bu gün yapabilirler. Mesela Mor Çatı Vakfı’na küçük bir bağış yapabilir veya satın alındığında geliri kadın sığınaklarındaki kadınlar için harcanan hediyelik eşyalardan alabilirler (Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı - Mor Çatı Ürünleri ).
İsmet İnan'a tekrardan bizimle paylaştıkları için çok teşekkür ederiz.
Maceralarla kalın!