Bitkiler, Hayvanlar ve İnsanlar: Yangın Sonrası İyileşme

Orman yangınları, hayal etmesi zor şiddetle gözümüzün gördüğünün ötesine uzandığında kendimizi çaresiz ve işe yaramaz hissetmemiz işten değil. Ama antropologların teorisine göre henüz ortada insan eliyle yakılmış ateş yokken, homini atalarımız yıldırım düşmesi sonucu yanan ağaçlardan istifade ediyorlardı. Üstünde hala ateş olan dalları yemek pişirmede, yaşadıkları yerleri ehlileştirmek arazileştirmede kullanırlarken yine alevler üzerlerinde bir kontrolleri yoktu, yangının doğal koşullarla sönmesini bekliyorlardı. Günümüzde bu tip yangınlarla yüksek enlemlerde, çoğunlukla kutuplarda karşılaşıyoruz. 2003’te Kırgızistan’dan biraz daha büyük bir alanı etkileyen ve 21. yüzyılın en büyük yangını olan Sibirya Yangını da bunlardan biri.

📷: Sippakorn, Pixabay

Yüksek denetimli ortamlarda, yangının tehdit oluşturmayacağı yüksek nemli, serin ve rüzgarsız hava koşullarında ve belli reçeteler takip ederek başlatılan kontrollü yangınlar; ormanları gençleştirmek, kozalakları ısıtarak reçinelerini çözmek ve tohumlarını açığa çıkarmak, kazara çıkacak yangınları büyütebilecek kuru çalılık, ot ve dalları temizlemek, yüksek ağaçların sıklaşarak gölgeledikleri kısa bitkilerin gün ışığına erişebilmesini sağlamak için bir çözüm. Geçtiğimiz birkaç günde komplo teorilerine gebe olmuş, Elon Musk’ın Starlink’in lazerleriyle yaktığı iddia edilen ince hat, kuraklığıyla bilinen Avustralya’da Aborijin halkların da asırlarca uyguladığı bir tür kontrollü yangın, karşı ateş metodu.

📷: Pexels

Bitkiler 

Doğanın İyileşmesi Ve İyileştirilmesi

Geçtiğimiz hafta en çok konuşulan konulardan biri de yeniden ağaçlandırma oldu. Her yaz geçtiğiniz yeşilli mavili rotanın yanmış halini görmek çok kalp kırıcı olsa da doğanın kendini iyileştirmesine izin vermekte fayda var. Epikormik büyüme, travma ve zarar görmüş ağaçların kendini yeniden “canlandırma” sürecidir, ağaç kavuklarının altında uykuda bekleyen tomurcuklar çeşitli olaylar sonucu uyanarak ağacı “canlandırır”, gövdesinden yeni dallar çıkararak ağaçlara bir nevi pofuduk bir süveter giydirir, tıpkı Avustralya’da okaliptüs ağaçlarında olduğu gibi (The State of Victoria Department of Environment, Land, Water and Planning, 2015). Ama ağaçların yangın ekosistemlerine adaptasyonu bununla sınırlı değil. Özellikle Akdeniz’de görmeyi beklediğimiz etki, toprağın üstündeki tohumların ısıyla uyanması ve yağmur mevsimlerinde çimlenmeye başlamasıdır. Ayrıca kızılçam, yangın riskine karşı, tohumlarını reçineyle kapattığı kozalaklarda tutar. Yangının ısısıyla reçine erir ve kozalaklar açılır. Böylece, tohumlar yangından sonra mineral bakımından zenginleşmiş topraklarda, önümüzdeki bahara fide olacak şekilde yaşamlarına başlarlar. Farklı bir ekosistemde, mesela Afrika kıtasının güneyinde savanada, ince ve kuru otlar hızlıca yanar ve tükenir, otların nemli kökleri ise bu süreci zarar görmeden atlatır, toprak tekrar nemlendiğinde çimlenir.

 

Aktif restorasyonda, yani yeniden ağaç dikmek istediğimizde, öncelikle toprak sürülür. Bu da bölgeyi erozyona yatkın yapar ve deyim yerindeyse ortalığı boş bulan istilacı türlere alan sağlar (Moore, n.d.). Aktif restorasyon, yangının yoğunluğu ve ciddiyetine göre her zaman bir seçenektir, bazen yangın sonucunda toprağın su emilimini azaltan reçinemsi bir tabaka oluşur ve bu toprağın verimliliğini azaltır. Bu koşullarda toprak sürülür, ağaçlar ve toprağın kalitesini ve su tutuşunu artıracak, yerel ekosistemle uyumlu otlar ve çalılar da ekilir. Bu bilgiye sahip olmayan kuruluşlar yanan bölgelere sakız, badem, çam gibi ağaçların yeniden dikilmesini uygun gördüklerinde bu ağaçların sulama ve bakım ihtiyaçları bu bölge ile uyumlu olmaz, ilerleyen dönemlerde baş etmesi güç yangınlara sebep verir. Üstelik bölgenin canlıları için habitat kaybı yaşanır. Bunun bir örneği de Kanada’dan, 2016’daki Fort McMurray yangını. Sulak alanlara, bölgede sık görülen ama çabuk yanan ve aylarca yeniden alevlenme riski taşıyan kara ladinlerin dikilmesinden sonra, %60 ihtimalle insan hatasıyla çıkan yangın, 88,000 kişinin evlerinden çıkarılması, $10 milyara yakın maddi zarar ve 590 hektara yakın alanın yanmasıyla sonuçlanmıştı (McIntosh, 2020).

Hayvanlar 

Ormanın Sessiz Sakinleri

Yangınlar doğa tarihinin ve doğanın işleyen bir parçası ama bu, yıkıcı etkilerini hiç azaltmıyor, özellikle hayvanlar için. Yangınlar hayvanlara doğrudan zarar veriyor, dolaylı olarak habitatlarını değiştiriyor ve yaşamlarını zorlaştırıyor. Geçtiğimiz iki senede Avustralya’nın yaban hayatı evlerin arka bahçelerine kadar yaklaşmış, vatandaşlar bu hayvanların barınması (şişeden değil kaplarla beslemek, yanık yaşamış hayvanlar için ilk yardım, trafik kurallarına dikkat) konusunda eğitilmişlerdi. Akdeniz bölgesinde hala süren yangınlarda da gösterilen reflekslerden biri bölgedeki hayvanları kurtarmak ve tedavilerini sağlamaktı, yeniden ağaçlandırmanın hemen ardından. Normal şartlar altında doğal afet planlama ve bütçesine dahil olan bakım ve rehabilitasyon hizmetleri, nedense afet anında uzayda bir kara deliğe karışıyor ve tüm yük hayvanseverlerin ve bireysel veterinerlerin üstüne yığılıyor. Doğanın, kendi haline bırakıldığında yangını bol ekosistemlerde devamlılığını sürdürebilmek için evrimleştiğini düşünürsek, öncelikli yardımımız insan ve hayvan kayıplarını önleyecek ve en aza indirecek şekilde olmalı. Bölgedeki konaklama alanlarını ve çiftlikleri hayvanlara açmak ve giderlerini karşılamak bu konuda destek sağlayabilir. Yine normal şartlar altında afet planlama ve bütçesine dahil olan söndürme çalışmaları ise ikinci sırada gelmeli.

 

Yeniden ağaçlandırmaya gelene kadar tabiatın birden fazla mekanizmadan oluştuğunu ve hayvanların bu mekanizmaya sunabileceklerini bilmek gerek. Bunun en güzel örneği nesli tükenmekte olan bizonların İspanya’da ormanlarda mesaili çalışmaları. Bizonlar, dev iştahlarıyla ormanlarda yangınların büyümesinde sorumlu olan ölü ot ve çalılarla besleniyor, bu sayede muhtemel bir yangının yayılmasını ve büyümesini yavaşlatıyor hatta engelliyorlar. Avustralya’daki yangında birçok diğer canlıyı kurtaran, vombatların kazdıkları, yer altı sıcaklığı 1˚C’yi bulabilen, birçok hayvanı yangından koruyan 1 metre çaplı tünellerdi. Türkiye’de bizonların nesli 2 yüzyıl kadar önce tükendi, hiç de vombatımız olmadı ama bu keçilerimizin ve kuşlarımızın katkısı olmadığı anlamına gelmez. Ormanların yeniden inşasını, yedikleri tohumları çeşitli yerlerde çıkararak dağıtan kuşlar sağlıyor. Geçtiğimiz hafta ormandan çıkarıldığını gördüğümüz keçiler, bizonlar gibi ölü ot ve çalılarla besleniyor. Hayvanların tedavilerini ve doğaya adaptasyonları sağlanmadıkça; etinden sütünden faydalanamadığımız kaplumbağa, kirpi, geko gibi hayvanların en az bitki örtüsü kadar ekosisteme dahil olduğunu hatırlamadıkça; kaybedilen çiftlik hayvanlarının maddi hasarının karşılanması çiftçi için kısa süreli rahatlama sağlasa da habitat için yeterli olmuyor.

📷: Serkan Ocak

İnsanlar

İlk Yardımın Öncesi

Kazayı önlemek, yaraları sarmaktan kat kat iyi, üstelik çoğu zaman daha kolay. En kısa, ulaşılabilir ve etkili yöntem, ormanlara bir tür önleyici yangın alarm sistemi yerleştirmek. Ağaçların rüzgarda salınma hareketlerinden enerji üretebilecek sensörler; ormanın nemini, sıcaklığını, karbondioksit salınımını ve bu şekilde yangın riskini ölçebiliyor. Henüz çok yaygın bir proje olmasa da maliyetinin $20 olacağı tahmin ediliyor. Sensörler yaygınlaşana kadar emektar gözlem kulelerindeki emektar orman bekçilerimiz aynı görevi pekâlâ sürdürebilir. Yangına yatkın, kuru ve sıcak havalarda havadan nem desteğiyle yanma riski azaltılabilir.

 

İlk Yardımın Arkası

Belki destansı teorilerle suçu Elon Musk’a, yabancı güçlere ötelemek çok kolay, çok fazla da beğeni buluyor. Ama suçluya suçlu demedikçe önleme konusunda bir adım atmamız mümkün görünmüyor. Öncelikle, yaşadığımız coğrafyada kemikleşen talan ve tahribat kültürü hem yangınlara sebep oluyor hem bölgenin doğasını katlediyor. Bunun örneklerini 2007’de Güvercinlik, geçtiğimiz sene de Kaş’ta olmak üzere, yangından hemen sonra alanın imara açılmasıyla gördük. Bunun önüne geçmenin en kesin yolu, yangın alanlarını turizm imar iznine kapalı tutmak, elimizden geldiğince yerel siyasetçilerden başlayarak yüksek siyasete baskıda bulunmak, kamuoyunda devamlı bulunmasını sağlamak. Geçtiğimiz 20’ye yakın senede bunun ne kadar zor olduğunu düşünüp hayal kırıklığına kapılmadan, istikrarlı şekilde ormanlarımıza sahip çıkmak. İkinci önlem ise, 2027’ye kadar 1,5˚C’lik küresel ısınma hedefine sadık kalmak. Benzer yangınlar Avustralya, Amerika, Antarktika için çok büyük tesadüf değil. Geçtiğimiz birkaç yılda, hatta 10 yılda, devamlı “Aaa, dünyanın sonu geliyor galiba” diye yaptığımız şakalar, ‘şaka’yla kafiyeli bir başka şeye dönüşmeye oldukça yakın. Yaz dönemlerimiz, kuraklık dönemlerimiz gittikçe uzuyor, kutuplarda çıkan yangınları buzulları ve karı siyaha çeviriyor, ışığı yansıtan özelliğini kaybeden beyaz kar ısındıkça eriyor, kurum salınımı güneşin ısısını tutarak dünyayı ısıtmaya devam ediyor, donmuş toprak çözünüyor, okyanus -gerçekten- alev alıyor. “Bunu biz ellerimizle, hepimiz yaptık” gibi suçlamalar gereksiz olduğu kadar temelsiz. Çünkü fosil yakıtlar, orman tahribatı ve hayvan endüstrisi bize alternatif bir çıkış kapısı sunmuyor. Tam da bu sebepten fosil yakıt işlenmesini azaltmak, etik hayvancılığa geçmek, moda endüstrisini yavaşlatmak, enerji üretim yollarımızı değiştirmekte ısrar etmek zorundayız -bilhassa Orta Doğu’da. Donald Trump’ın Paris Anlaşması’ndan çıkmasıyla başlayan domino etkisi, ağır yaptırımlarla desteklenmesini talep etmek, hükümetleri iklim krizinin yol açacağı insanlık faciasından sorumlu tutmak da gündemde tutmak zorunda olduğumuz konulardan.

 

Bunlar kulağa hayalperest geliyor, belki küresel değişim okyanusunda bir kişisel damla gibi. Özellikle yangın sonrası yardım ve desteklerde yapılan paylaşımlar, bağışlar, yardım paketleriyle gördük ki bu mesele zaten kişisel, çoğumuz elimiz kolumuz bağlı oturmayı kabullenemiyoruz. Tüketim anlayışlarımız, bireysel davranışımızın kültürü değiştirmesinin bir örneği. Çok değil, 4-5 yıl önce Türkiye’de hayvansal ürün alternatifleri tofu ve soya sütüyle sınırlıyken bugün çeşitli et alternatifi ve farklı markaların farklı tür sütleri mevcut -her ne kadar pahalı ve hala seçenek kısıtlamalı olsa da. Pratiğe geçirilmesi çok kolay bir hayat biçimi olmasa da haftada birkaç günü vegan beslenme günü yapmak, bu günlerde hayvansal ürün tüketmemek gibi ufak pratikler kültürel alanda iz bırakıyor. İkinci bir eylem, yeniden kullanılabilir plastiklere yönelmek. Kumaş kahve filtreleri, vegan olmasa da sürdürülebilir balmumu mutfak paketleri, yeniden kullanılabilir su şişeleri dünyayı tek başına kurtarmasa da doğru yönde bir adım olduğu inkâr edilemez. Son kapı, hızlı modaya katılımımızı değiştirmek, trendlere dahil olmamak. Etik yüksek moda hala maddi olarak oldukça ulaşılmaz, ama ikinci el alışveriş, giysilerimizi onarmak ve yeniden amaçlandırmak, en azından bu konuda kamuoyu oluşturmak geçtiğimiz yıllarda birçok yerel markanın etik ve şeffaf üretim araçlarına yönelmesine sebep oldu. Henüz hedeflenen 1,5˚C ısınmanın ucundan bile geçemiyoruz, ama bazı büyük markalar daha az su ve ölü stok kumaşları kullanmaya başladılar bile. Bunları yaparken mutlaka aklımızda tutmamız gereken bir koşul: sadece sürdürülebilir alternatiflere geçmek için elinizdekileri çöpe atmamak. Sürdürülebilirlik bir davranış biçimi, tamamen kullanılamaz hale gelene kadar hiçbir şeyi gözden çıkarmamak.

 

Umutsuzluğa kapıldığımızda şunu düşünmek bizi rahatlatabilir: dünyanın daha iyiye gitmesi için bir avuç insanın %100 başarılı olması değil, birçok insanın %10 başarılı olması etkili. Üstelik, her şeye rağmen, fidan diktirmekten çok daha etkin bir savunma mekanizması.

 

Kaynaklar

McIntosh, J. (2020). Scientists surprised at Fort McMurray fire’s long impact on rivers 4 years later. Global News. Retrieved from https://globalnews.ca/news/7163025/scientists-surprised-at-fort-mcmurray-fires-long-impact-on-rivers-4-years-later/

Moore, P. Forest Landscape Restoration After Fires. Forest Restoration In Landscapes, 336. doi: 10.1007/0-387-29112-1_47

The State of Victoria Department of Environment, Land, Water and Planning. (2015). Epicormic Growth Fact Sheet (p. 1). Victoria.

Ne yazık ki hiç fotoğraf yok.